23 Ekim 2008 Perşembe

Niyazi Sayın Zeck Dergisi Röportajı

Gönül kapısını bize açan Neyzen Niyazi Sayın ile daha kapıdan girdiğimizde farklı bir söyleşi yapacağımızı anlamıştım. Fotoğrafçılık, tespih sanatı, ebru, resim, kuş merakı, çiçekçilik, aşçılık, elektronik, ney yapımı ve buna benzer o kadar geniş bir ilgi alanı var ki hangisini anlatacağımızı şaşırdık. Hangi konuyla ilgilendiyse o konuda en iyisi olmuş ama bunu hırsla değil sevgiyle yapmış. Niyazi Sayın zamana meydan okuyan bir insan. Son teknolojileri takip ediyor, bilgisayar kullanıyor, yeniye açık, her günü dolu geçen değerli bir insan.. Niyazi Sayın ney icrasında yeni kalıplar ve pozisyonlarla bir dönüm noktası oldu. Bugün musikîmizde ney icrası, "Niyazi Sayın öncesi" ve "Niyazi Sayın sonrası" diye ikiye ayrılıyor. Vakit bana yetmiyor diyor, nasıl yetsin ki.. Bizim de onu anlatmaya sayfalarımız yetmedi.. Gelin sayfalarımız izin verdiği ölçüde Niyazi Sayın'ın deryasından bir katre su alalım kendimize..



Ney ile yolculuğunuz nasıl başladı?

Neyi ilk almama vesile olan Üsküdar musikî cemiyeti neyzenlerinden Emin Beydir. Bir gün Hattat Necmettin Okyay beni resim heykel müzesinin müdürlüğüne Halil Dikmen Hocamıza götürdü: "Halil evladım bak sana Niyazi'yi getirdim sana emanet" dedi. Biz o asil insanla derse başladık 15 sene gittim. Bugün sağ olsa gene giderim. Kendisinden aynı zamanda resim dersi aldım Halil Bey'in sayesinde çok insan tanıdım orda. Halil Dikmen çok efendi, değerli derviş bir insandı öyle asil, faziletli bir insan az görülür. Neyzen Emin dedenin talebesiydi. Onun da hocası Aziz Dede bu böyle bizim yol 3. Selim'in hocası Oskiyan Usta'ya kadar gidiyor ondan sonra nereye gidiyor bilmiyorum. Bu bizim ney ekolümüzdür.

Halil Dikmen'le sizin aranızda farklı bir usta çırak ilişkisinin örnek biçimde yaşanması var sanki.. Bir yerde "bana hiçbir zaman aferin demedi ama her zaman devam et dedi" demişsiniz.

Hiç söylemezdi onu, "devam" derdi. Vefatından sonra kız kardeşi Hanımefendi'yi ziyarete gittim,Ona "talebelerimden bir Niyazi var" demiş. Hâlbuki hayatımda -çok samimidir bu sözüm- hocam gibi ney üfleyemedim. Hocamın neyden çıkardığı sesi daha kimseden duymadım. Hocam aslında ressam, profesyonel bir neyzen değil, amatör ama neyi de öyle üflüyor ki biz onu üfleyemedik. Yalnız neyde şimdiye kadar yapılmamış hareketleri Allah bana ihsan etti onları yaptım. Çeşitli pozisyonları bulduk makamlardaki münasebetini temin ettik. Mesela hicazkâr makamında "fa diyez" perdesini açtığınız zaman o perde pes kalıyor fakat onun pes kaldığının farkında değil millet, bunları buldum.

Bunları nasıl buldunuz?

Benim iyi bir musikîye ihtiyacım vardı bu sanatın içerisine girmişsem onun arkasından koştum. Meselâ batı müziğine de çok düşkünüm, belki bir batı musikîsiyle meşgul olanın elinde o kadar plak yoktur. Onlardan da istifade ettim. Sonra bizim musikîde önderimiz olan tanburî Cemil Bey'in plâklardaki seslerinden istifade ettim, halen de ediyoruz. Bu meyanda Münir Nurettin'le 25 sene beraber çalıştık O da kıymetli bir değerdi memlekette. Kıymetli değer olan hafızlar vardı, herkes bilmez, onlar da çok çok muazzam insanlardı. Bu meyanda Mesut Cemil gibi konuşan bir insan hayatımda görmedim bilgili, hayran olursunuz nefis bir konuşma, sonra Kur'an okuyan hafızlar, gazel söyleyen hafızlar, iyi okuyan solistler tabii içine girince bunlar hepsi birbirine bağlanıyor. Ama bunun bende kuvvetli olmasının sebebi diğer sevdiğiniz hobileri bir araya getirdiğiniz zaman daha faydalı oluyorsunuz diye düşünüyorum. Meselâ tabağı kenarından tutmayacaksınız, iki elle yapışacaksınız hani "asılırsa insan İngiliz sicimiyle asılmalı" yahutta "sakız çiğnerse Ayşe Abla gibi şaklatmalı" derler ya bu da işin latifesi..

Musikîyi tarif edin desem nasıl tarif edersiniz?

Musikîyi ben çocuklara şöyle tarif ediyorum. Musikî iki ses arasında manevi münasebete derler. Siz gönlünüzde "do" ile "re" arasındaki sesi iyi bulursanız işte musikî odur. Ama bulamazsanız hiçbir şey ifade etmez. Batıda tamper sistemi dediğimiz 12′li sistem vardır; bu sistemde mesela keman virtiözü Menoin'i görmeden de dinleseniz Menoin olduğunu anlarsınız. O notada görünen "do" "re" değil. Notanın hiçbir faydası yoktur insana, nota bir iskelettir. Sizde! Bütün hareket sizde! Herkes kendi hayatını koyar melodilerin içerisine.

Ruhunu aksettiriyor o yaptığı esere..
Tabiî, yürümek öyledir, konuşmak öyledir. Siz konuşuyorsunuz görmeden ben sizin olduğunuzu anlıyorum. Neden, çünkü siz konuşuyorsunuz, o ruh çok önemli bir mesele.

Az önceki söylediğiniz ruhu alıp götürmesi ve onunla denge kurması nasıl olur?

Sizin duygularınız öyle olacak ki o sesleri bastığınız zaman gönlünüzden basacaksınız. O "re"nin "do"nun işareti yok, gönülde var onun işareti. Öyle bir ses ki bir sesi 9′a bölerseniz bir tanesine koma derler. Koma nedir? Hiçbir şey! Siz o komaları kendi gönlünüzden yapacaksınız. Aa bu çok güzel okuyor çok güzel çalıyor.Niye? Çünkü onun duyuşu başka..

Sizin Mevlevi olduğunuz da söyleniyor..

Açıkçası Mevlevilik diye bir şey bende yok. Yalnız neyzen olmamız münasebetiyle bir Mevlana felsefesi içerisinde olmak mecburiyeti zuhur ediyor. Bir mesneviyi okumak lazım çünkü enstrümandan ses çıkması için insanın kültüre ihtiyacı var. Bu Mevlevilik olur, Bektaşilik olur, Rufailik olur, cami felsefesi, kilise felsefesi olur; bunların hepsini toparlamak lazım. Ama Hazreti Mevlana'nın görüş ve duyuşlarına karşı son derece muhabbet ve saygımız sonsuzdur. Yoksa ben öyle kayıtlı bir insan değilim.

Bir ney üflüyorsanız tasavvufa ister istemez giriyorsunuz gibi bir şey anladım doğru mu anladım acaba?

Tabii yani şimdi o olmadan neyden ses çıkmaz. Yani manevi tarafınız olmazsa olmaz. Bizim musikimiz bizi tekkeye götürür ya da camiye ama daha çok tekkeye götürür. Batı müziğinin melodileri de kiliseye götürür. O da güzeldir tabii ama bizim işimiz başka. Basit gözüken bir şey insanı yakar mesela bir Hafız Sami varmış onu dinlediniz mi başka türlü, bunun gibi..

Burada o zaman esas olan kişinin ruhundaki oynamaları ses olarak bir başkasına aktarması değil mi?

Her şey öyle zaten "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinden." Konuşmanızda bile maneviyat var mesela. Maneviyatsız hiçbir şey yok. Konuştuğunuz zaman karşınızdaki muhatabınız sizin manevi durumunuzla alakalı olarak size yakınlaşıyor. Her iş öyle.. Yazı yazsanız orda o güzellik görünür. Musikîden de murat insandır Kuran-ı Kerim'de de bir ayet vardır. Diyor ki: "Allah emaneti ilahiyeyi dağlara taşlara verdi onu kabul edemediler o çok ağır bir yüktü." Emanet nedir? "Onu insan kabul etti ama o insan zalim ve cahil oldu" diyor. Niye? İnsan kendi güzelliğine ekberiyetine bakmadığı için kendisine zalim ve cahil oluyor. Allah'ın güzelliği ancak insanda tecelli ediyor. Hiçbir yerde tecelli etmiyor. Her yerde tecelliyatı var, O'nsuz bir yer yok amma bütün esmasıyla beraber insanda tecelli ediyor. O melodiler insan için; o, insandan çıkıyor zaten. Ben çalmazsam başkası çalar, o çalmazsa başkası çalar mühim değil. Mühim olan insan.. Hz. Mevlana 6 ciltlik esere "dinle ney'den" diye başlıyor. Neden? Aslında insandan dinle diyor ney'den ne olacak bir kamış parçası, o işin rumuzu.. Ama asıl ney insan! İnsan'dan dinleyeceksiniz. Hz. Muhammed de insan suretinde tecelli etti değil mi? İnsanı tanımıyorsan sen, kendini tanımıyorsun "kim ki nefsini bildi o Allah'ı bildi" işte ney de bu felsefeye hizmet eden manevi asil bir alet. Ebruda da murat insan, insan olmasaydı ebru da olmazdı, onu çıkaran insan…. Mesela Karagöz, bütün dünyada her memleketin kendi bünyesine göre uygulanıyor. Çin'de var, Endonezya'da var. Yunanistan'da her gün karagöz oynatıyorlar televizyonda bile çıkıyor. Bizdeki Karagöz tasavvufi eda ve mana ile oynatılır. Maalesef bizdeki karagöz oynatanlar da bu felsefenin dışında, bildikleri yok. Karagöz baştan aşağı tasavvuftur bütün perde gazelleri hepsi tasavvufidir. Karagöz de öyle der

"Nakş-i sun'un remz eder hüsnünde rü'yet perdesi
Hâce-i hükm-i ezeldendir hakikat perdesi

Sîreti sûrette mümkündür temaşâ eylemek
Hâil olmaz ayn-i irfâna basiret perdesi

Her neye imân ile baksan olur iş âşikar
Kılmış istilâ cihâna hâb-i gaflet perdesi

Bu hâyal-i Âlemi gözden geçirmektir hüner
Nice kâra gözleri mahv etti sûret perdesi

Şem-i aşka yandırıp tasvir-i cismindir geçen
Âdemi âmed-şüd etmekte azîmet perdesi

Hangi zılla iltica etsen fenâ bulmaz acep
Oynatan üstâdı gör kurmuş muhabbet perdesi

Dergeh-i Âli abâda müstakim ol Kemterî
Gösterir vahdet elin kalktıkça kesret perdesi."

bu son beytin ilk mısra "Dergeh-i Âli abâda" işte islamın özüdür bu. Ehli beyte muhabbet lazım Allah'ın emridir Kuran-ı Kerim'de "ben sizden hiçbir ecir istemiyorum, ehli beytime muhabbet ediniz" buyuruyor nedir o ehlibeyt ben karışmam artık.. Herkes kendi derdine baksın, uğraşsın bulsun neyin nesi neyin fesi ise bu gönül işidir. Yaşamdan maksat hakikate ulaşmaktır.

Bütün sanatların başı insan o zaman
Kendini bilecek insan. Allah "Ben size şah damarınızdan yakınım" diyor. Her yerde tecelli ediyor, insandaki tecellisi de başkadır.

Çok uzun süre TRT'de hizmet vermişsiniz, nasıl başladı?

1949 ya da 1950 senesinde neyzen Süleyman Erguner: "Radyoda saz eseri yapıyoruz gelir misin?" dedi. Radyoya girmek çok büyük bir şey benim için "Gelirim ama önce bir hocama sorayım ondan sonra karar veririm" dedim. Sonra hocama sordum, gitmemi arzu etti 1950′den itibaren resmi olarak radyoda faaliyet gösterdik. Süleyman Erguner ile bir hayli zaman, beraber radyoda vazife aldık. Şunu söylemek icabederse Hocam da dâhil diğer neyzenler Süleyman Erguner gibi ney tanıtımı ve neyin sesini duyurmakta faydalı olamadı. 30 sene radyoda çalıştım sonra konservatuar açıldı, konservatuara devam etmeye başladık. O meyanda Amerika'dan Seattle Üniversitesi'nden istediler. Necdet Yaşar'la oraya gittik Amerika'da 1 sene kaldık sonra İstanbul'a geldik konservatuara devam ettik. 65 yaşını doldurmuş olanlar gurubu için özel bir kanun vardı bu yeni iktidar ondan istifade edemezsiniz dedi. Hâlbuki gerek müzisyen olsun, gerek diğer bölümlerde olsun bunun sonu yoktur. Beşikten mezara kadar sanatkârlardan istifade edilmesi lazımdır. Biz de pekâlâ dedik kalktık konservatuardan da ayrıldık geldik. Kimse de halimizi sormadı. Aldık eşyalarımızı topladık eve geldik. Böyle bir musikî hayatımız oldu.

Burada büyük bir kütüphane görüyorum, ne tür kitaplar..

Musikîyle, tarihle, dini eserlerle alâkalı çeşitli kitaplar. Bizim Türkiye'de arzu edilen kitaplar çıkmıyor; çok kitap çıkıyor ama hiç birisi işe yaramıyor okunması icap eden kitap çıkması lazım. Önce eski yazılmış eserlerin tercümesi lazım. Bunlara ihtiyaç var, kütüphaneler kitap dolu ama kapısını açan yok.

Bunları insanlar görmüyorlar mı?

Görmüyorlar, niye görmüyorlar? Çünkü insanları bu hale getirdiler. Sizin karşınıza musikî ile alakası olmayan insanlar çıkarsa musikî ortadan kalkar.

O anlayış yok ki o güzellikten sanattan zevk alma yok ki..
Ama gençliğin kabahati yok bunda; gençlik onu görüyor. Ne görürse.. Gençler hakikaten zeki çocuklar. Halka ne verirseniz onu alır, mesele orada! Türkiye'de kültür çok zaafa uğradı çok kötü duruma düştük. Spikerler konuşmasını bilmiyor her önüne gelen spiker oluyor, telaffuzda vurgulamaları bile yerinde yapamıyorlar. Kendini göstermek için oraya çıkıyor. Her şey böyle, Biz kültürsüzlükten perişanız kültür yok yok .. Sabahtan akşama kadar televizyonda acayip şeyler seyrettiriyorlar bize, milleti güzelliğe alıştırıcı hareketlerin olması lazım. Belgesellerin olması lazım vs. bizim artık buna ihtiyacımız var. Bir çocuk var Mercan Dede diyorlar meşhur bir neyzenmiş. Ben onun hocasıymışım! Hiç alakası yok beni tanıyan insan bilir, öyle bir insan yetiştirmemin imkânı yok. Halk da bunun arkasından koşuyor. Halkın da kabahati yok halk ne verirseniz onu alır.

Hiç ders almadı mı Mercan dede sizden?

Hayır, efendim ben buna ders verir miyim, ben yobazım aynı zamanda musikide yobazım ben. Ben klasik bir insanım. Sokak müziğinden hoşlanmam. Beni tanıyan bir insan talebelerime baksın nasıl insan yetiştiriyorum.

Nasıl görüyorsunuz gidişatı?

Ben şahsen iyi görmüyorum. Tadı yok bu işin. Her bakımdan şahsiyetimiz zaafa uğradı. İyi olur inşallah diyelim ne diyelim ki..

Son zamanlarda kendinizi geriye çekmenizdeki sebep biraz da gerçek anlamda sanata talip kimsenin kalmadığını düşünmüşsünüz öyle mi?

Yok, öyle değil. Öyle düşünmüyorum var, çok var.. Herkes beni zannediyor ki kendisini geriye çekiyor öyle bir şeyim yok benim evde uğraşacağım çok şey var. Kuşlar var, oydu buydu günün hiç kıymeti yok zaman az geliyor.

Sanatta iyi bir yere gelebilmek için diğer yan sanatlarla da ilgilenmenin çok önemli olduğunu söylemişsiniz.

İyi olmak için bu işin içine girmek lazım. Yani girmezseniz olmaz, kenarından bir şey olmaz. Bir de karakter meselesi, mesela benim karakterimde bir şeyin çoğunu severim. Sevdiğim insanı çok severim. Sevmezsem sevmem o insanı. Bütün mesele insanların kendisine ve karşısındakine ziyanı dokunmasın. Ve ziyanı dokunmamakla beraber hizmeti olsun faydası olsun. Yani kendi derdinizden önce karşınızdakinin derdi ile hemhal olmalı. Bunda din, iman, şu, bu bakmak yok kim olursa olsun, insandır. Hatta ben biraz daha ileri giderim, sokakta bir kâğıdı bile itmem, kâğıda hakaret nazarıyla bakarım o kâğıda hakaret etmişim diye düşünürüm. Yaşadığınız hayat içerisinde kimseye zahmet vermemek lazım. Eşyada da bir hakikat var. Varsa vücudu, onun canlı olduğunu düşünürüm ben, hayat canlıdır. Birbirimizi sevmek, hizmet etmek lazım.. Hizmetten daha güzel bir şey hayatta yoktur. Dünyanın en büyük servetine sahip olsanız hizmet etmezseniz hiçbir kıymet ifade etmez.

Tespih koleksiyonunuz var ve yapımı da sizin ilgi alanınız içerisine giriyor.

Tespih Türk sanatlarından birisidir. Ebru nasıl bir sanatsa bu da bir Türk sanatıdır. Bunun güzel olması için bir takım şeylere ihtiyaç var. Mesela deliği çok ince olacak, 99 tanesi de aynı olacak, imamenin şekli ona göre olacak, burada halka dediğimiz şeyler var onlar iyi çekilecek çıkacak, işlemeli olacak vs. Bu yönde, hele Osmanlı'nın son devrinde yetişmiş büyük tespihçilerimiz vardır.

Ebru sanatında bizdeki öncüler kimlerdi?

Ebru sanatı bize Ethem Efendi'den geliyor. Ethem Efendi'den hattat Necmettin Hoca öğreniyor. Ondan da aktar Mustafa Düzgünman -bana da çok faydası olan değerli bir ağabeyimizdi ve o benim aynı zamanda önderimdi- öğreniyor. Bu sayede ben de yaptım, Mustafa Hoca'dan da merak edip bir hayli Ebru yapanlar oldu. Böylece bu iş öyle bir hale geldi ki şimdi ebru boyalarını satan dükkânlar açıldı. İki defa Boston'a çağırdılar beni onlara Türk ebrusunu gösterdim onlardan da Avrupa ebrusunu gördüm.

Farkı nedir?

Pek fark yok yalnız mesela onlar potasyum alüminant kullanırlar. Kâğıtları potasyum alüminanta batırırlar ondan sonra ebru teknesine, boyaya koyarlar. Çıkarırlar suyla yıkarlar kâğıdı, üzerindeki yapışmamış boyalar gider kendi öz boyası kalır pırıl pırıl da olur. Çok güzel olur. Mesela şuradaki yazı benimdir ebru teknesinde yapmıştım. Bunu yapmak için muhakkak o potasyum alüminanta ihtiyaç vardır.

Bunlar az önce dediğiniz gibi insanın kendine edindiği işler, zevkler.

Evet, bunların hepsi tâli dediğimiz yan hareketler. Asıl insan kendisi.. Asıl uğraşacağı en iyi fotoğraf makinesi kendisi, başka bir şey değil.

Perdeleri büyük bir titizlikle kullanan nefes hâkimiyetiyle ney üfleme çıtasını yükselten, musikî tarihinde kendine özgü, ulaşılmaz bir yeri olan "Neyzenlerin hocası" unvanının sahibi ve günümüzde yaşayan en büyük neyzen Niyazi Sayın'a o engin dünyasını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz.

Sema Özbek/Zeck Dergisi Sayı:16

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder